Yazar öfke ile balkona attı kendini. Söyleniyordu:
- Ne halt ettim de evlendim senin gibi kadınla? Olmaz
olsaydı senin güzelliğin! Na kafa.. Kafa!.. Evlenmek neyineydi senin?
Karısı içerden bağırıyordu:
- Kapanıp bir kümeste roman yazaydın sen... Ama suç
benim, seni bir adam sanıp evlendim. Adama bakın adama!.. Az buçuk gelirim
olmasa aç kalacağız. Ne o ? Ünlü bir yazarmış... Roman yazacağına çalış!
Yazar gürültü ile çekti sandalyeyi altına. Sigarasını
yakarken elleri titriyordu. Alaylı bir gülüş düğümlendi dudaklarında,
Mırıldandı:
Roman yazacağına çalış...
Çalışmıyor muydu? Eski Eserler Müzesinde memurdu.
Az çok yazarlığından da kazanıyordu ya. Dayanamadı,
karşılık verdi:
Senin gelirin süsüne yetmez! Bir de konken partilerine
karıştın... Sen kim kumar kim?
Kumar denmez ona! Kumar dediğin büyük para ile olur.
Eğleniyorum ben. Ne yapalım? Beyimiz işten geldi mi tak tak daktilonun başına
geçer. Hele geceleri tak tak
da tak tak... Şeytan diyor ki, parçala şu makineyi!...
Gençliğim, güzelliğim...
Yazar hışımla kalktı, balkon kapısından uzanıp daha
yüksek sesle bağırdı:
Gençliğin de güzelliğin de yerin dibine batsın senin,
anlıyor musun? İşine gelirse.
Bu böyle, anlıyor musun? İşte kapı!
Hızla çekip balkon kapısını yerine oturdu gene. Sağ
bacağını oynatıp duruyordu sinirinden. Kaçıncı tartışmalarıydı aynen, yedi
yıldır... Erinci bozulmuştu, iyice. Evlilik çekilmez yük olmuştu. Yeterince
yazamıyordu da. Sigarasını yeniledi.
- Tanrım, nedir benim çilem?
Dedi. Başını göğe doğru kaldırmıştı ki ay ile göz göze
geldi, sanki. Deminden beri dolunayı ve denizin karanlığını ikiye bölen ışık
çizgisini, yıldız yıldız pırıldaşan suları görüyordu da sezemiyordu. Bir anda
bunu sezince şaştı.
- Aydede! Dedi.
Gülümser gibiydi aydede.
Çok çağ geçirmiş, her şeyi öğrenmiş bir gülümseme.
Yazarın yüz kasları gevşedi.
Ayağının titremesi durdu.
- Ya senin başına gelen aydede, dedi, ya senin başna
gelen? Bir zamanlar sana tapınırdı insanlar. Tanrı sendin.
İlk o zaman gülmeye başlamıştım işte. Çünkü ben
kendimin Tanrı olmadığını biliyordum. İnsanların bu gerçeği anlaması uzun
sürdü. Oysa akılları ile öğünmüştürler hep! O zamandan beri dünyaya baktıkça,
insanoğlunun akıl yoluyla erişebileceği ne mutluluklar varken, nasıl bozuk bir
düzenle yaşamlarını soysuzlaştırmalarına şaşıp şaşıp gülüyorum.
- Şimdi ise hiç bir şeysin aydede! Evet, kupkuru bir
toprak parçası. Oyuk oyuk, toz toz... Yaşamsız.
- Gerçek bu mu?
- Taş gibi bir gerçek! Soğuk, katı...
- Siz, hayallerinizin yıkıldığı anı gerçeği görme
sanıyorsunuz. Oysa gerçek, o hayallerden önce de var olan, ama görülemeyen.
- "Aynur", "Ayla",
"Aydan"... ve seninle güzelleşen aşklar, şiirler... Kaldı mı şimdi
bunların değeri?
- Hayaller yıkıldı mı yerine gerçekler oturmalı. Daha
binlerce yıl gecelerinizi aydınlatacak olan ben değil miyim? Bu, benim
gerçeğim. Değişen ne ki o sözlerin değeri yitsin? Düşünsene bir.
-Ama değişen ne? Evet, evet... Ay görevini sürdürüyor.
Binlerce yıl öncesinden olduğu gibi. Eksiksiz ve güzel.
- Fazlası var: Yeni ve büyük buluşlara köprü olacağım.
Yazar aya hayranlıkla bakıyordu. Önceki düşüncesinden
utanmış. Ama düşünce, başlangıçta yanlış olsa bile doğurgansa gerçeğe
götürüyordu işte. Şimdi daha dikkatle bakıyordu aya, daha çok şey düşünüyor,
düşündükçe rahatlıyordu. Ayın güzel gerçeğini görebilmişti çünkü. Ne Luna'lar,
ne Apollo'lar., ne de insanoğlunun oraya ayak başmış olması bunu
değiştirebilirdi.
Ay, yazarın bu -yargısından kıvanç duydu.
Gülümsüyorlardı karşılıklı. Denizin üzerindeki ay ışığı uzantısı bir öpüş gibi
yazarın yüreğine sokulmuş, oradan, büyük dostluğun özleminden gelen bir selam
olarak aya yükselmişti. Tüm öfkesizdi yazar, Tüm mutlu. Her şey bir güzellik
içinde iken, elbette.
Bunca çağlar geçirmişsin, aydede, hep büyük bir göz
olarak izlemişsin gecelerimizi. Işıkların işlemiş iliğimize kemiğimize,
sırlarımıza... Anılarını yazabilsen aydede, bir başka ışık tutmuş olurdun
bizlere. Ya da geceler boyu sen söylesen, ben yazabilsem...
- Pek ilginç olurdu. Bunun için de okunurdu. Ama
insanlar ders alsın istersen, boşuna. Sizler bir damlacık ömrünüzü bile hay-huy
içinde geçirirsiniz çoğu ve de ders alınacak milyonlarca olaylara karşın,
"yarı ölüm" dediğiniz uykuyu yeğ tutarsınız her zaman. Oysa düşünmek
ve gündüzleri yargılamak içindir geceler. Uyku, bunun sonundaki iç erincidir
bence. Ama sizler, benim getirdiğim uykuları kapışırsınız, hemen. Gün üzerinize
doğar, gözlerinizi kamaştırır da, başınızı öte yana çevirip, hatta perdeleri de
çekip uyumayı sürdürürsünüz daha! Benim bir gecelik anılarımı bile yazamazsın,
gücünün üstündedir.
Kendine güldü yazar:
- Amma hayallere kapılıyorum!. Bir romanımı oluşturmam
bile ne kadar zor. Öfke sinir, gücümü eritiyor. Şimdi içeri gireceğim ve belki
yeniden başlayacak dır dır... Acılar değil, asıl öfke yiyip bitiriyor insanı.
Bu sırada salonun ışığının söndürülmüş olduğunu gördü.
Kulak kabarttı. Ses yoktu.
Karısı uyumuş muydu yoksa?
- Sanmam.
Dedi. Kuşku ile kalktı, içeri girdi. Yatak odasında
ışık vardı. Yavaşça açtı kapıyı.
Karısı giyimliydi ve dolu bir valizi bastırarak
kapatmaya çalışıyordu, Kocasının bir şey demesine fırsat vermedi:
Gidiyorum işte. Zırvalarınla başbaşa kal!.
Üzülecek yerde bir sevinç belirdi yazarın içinde.
Kurtuluş muştusuydu sanki gitmesi. Gene de doğru bulmadı bunu. Engel olmak
gerektiğini düşündü.
- Beni biraz anlamaya çalışsan. Kötü bir koca değilim.
Öyle küçümseyen bir gülümsemeyle bakmıştı ki karısı,
bu yeterdi.. Arkası da gelmişti zaten. Başka tartışmalarda olduğu gibi:
- Yazar olacağına çöpçü olsaydın, demişti gene. Daha
çok kazanırdın, daha çok karı kıymetini bilirdin belki.
Yazarın ruh düzeni o anda bozuldu yeniden. Büyük bir
öfke içinde bağırdı:
- Ben gidiyorum, ben! Bir daha dönmemek üzere!
Gecenin derin sessizliğinde bir kapının gümleyişini,
uyuyanlardan bile duyan olmuştu.
Sokak serin.
Gürültüsüz. Aydede, değişmeyen gülümseyişiyle bakmakta, yumuşak, okşayıcı
ışıklarını göndermekteydi yazara Ama o bunu sezemiyordu artık. Söyleniyordu:
Zırvalarım ha? Çöpçü ha? Yetti be yetti! Ama suç
benim. Kız kardeşim:
Ayol o fotoromandan başka şey okumaz. Anlaşamazsınız.
Demişti de ne demiştim ben?
- Hele bir evlenelim, demiştim, onu bize göre
eğitirim. Eğitirim gönlümce.
Güldü, kafasına vurarak:
- Naa, sersem kafa! O kadar gönlünce ki, ödül almışsın
da hala 'Zırva" diyor yazdiklarına! Tu, Allah kahretsin, yerin dibine
batsaydı güzelliğin de gelirin de!
Çok sert ve hızlı adımlarla yürüyordu. Sultanahmet'ten
Gülhane Parkına doğru. Birisi ile burun buruna gelmesiyle çarpıp onu yere
düşürmesi bir oldu. Adam sarhoştu, bağırdı:
- Kör müsün ulan?
Onu yerden kaldırırken yazar da öfkeyle:
- Körüm, dedi, hem iki gözüm de kör!.
Vay anam vay. Amma adama yanaşmışım... Saat kaç diye
soracaktım.. Suç benim arkadaş. Suç her zaman benimdir zaten..
- Nasıl her zaman senin?
- Nasılı var mı bunun? Ben almasam başkası yükler.
İyisi mi ben alırım, efendilik bende kalır. Zaten acırım o zavallıya. Ortadadır
hep. Kimseler olmaz. İtilir, kakılır. Parası pulu da yoktur. Benim gibi yani...
Yazarın öfkesi dağılıvermişti. Adama ayak uydurmaya
çalışıyordu. Hoşlanmıştı ondan.
Bir kiloluğu devirmişe benzersin?
Devirdim arkadaş. Bu gece devirdim valla. Ufak bir
işçiyim. Aldığım para bi boka yaramaz. Patronu devirecek değilim ya, şişeyi
devirdim.
Gülüşüyorlardı. Adam kuşkuyla durdu. Yazara baktı.
Gözlerine... Eğilerek bir daha, dikkatlice.
- Yahu, ne biçim körsün sen? Gözlerin bakar...
Bastonun da yok! Sarhoşsak, ne kodese, ne kafese girecek kadar değil.
Bakar körüm... Sen de körsün belki...
Adam ciddileşti. Sarhoştan değil ama deliden
korkulurdu, Yazarın omuzuna iki dokundu:
- Bir yerden kaçkına benzersin sen... Hadi sana
uğurlar ola.
Ve geri dönüp uzaklaştı. Yazar gülümsedi ardından.
Gülhane Parkına gelmişti. Oldum olası hayrandı buraya.
Doğanın mutlu düzeni ile insan elinin olumlu yapıcılığı birleşmişti burada. Ne
zaman gelse erinç bulurdu. Geniş asfalt yolun ortasında durdu bir an. İki
yandaki ulu ağaçların birbirine kavuşmuş gür dalları arasından ay ışığı sızmaktaydı.
Doğayı dinledi. Yaprakların hışırtısı ne güçlü. Cırcır böcekleri ne sevinçli.
Gece ne derin. Hepsi konuşuyordu, dostça.
Ağaçlık yolun bitimiyle, belirginleşen gökyüzü
sonsuzluğunda sapsarı, ışımaktaydı aydede. Onca yıldızlar arasında yalnız. Gene
bir şeyler söylüyordu yazara, o çok çağ geçirmiş gülümseyişiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder