-Anneler
gününde tüm çocuklara-
Emekli dikiş öğretmeni Bilge Hanım gece yarısı ölmüştü. Bitişik
karyolada yatan kocası Kemal Bey saat dokuz sularında uyanıp bu durumla
karşılaşınca çok şaşırdı.
Hiç olağan gelmedi. Böyle apansızın... Üstelik koynunda bir ölü!
Yirmi beş yıllık evlilik bitmişti. Yapayalnız kalmıştı. Yok, yapayalnız değil.
İki oğlu bir kızı vardı. Öteki odalarda. Henüz uyuyan. Nasıl bildirecekti
onlara? Neden ölmüştü ki?
Karısının yüzüne baktı, dikkatlice. "Ölmek” ile yüzyüze
gelişin çaresizliği içinde. Yaşamın donmuşluğuydu ürküten. Sanki onunla
birlikte yaşamamış. Başlamasız bitiş... Hiç bir şeylik! Bir boşluk duydu. Tüm
üzüntüler ne kadar gereksizdi.
Oysa her şeye üzülürdü karısı. Yatmadan önce üzgündü.
"Bir üflemelik mum gibi söneceğim. Yorgunum, bitkinim...
Biraz anlayışlı olun!" demişti gene.
'Kalbim...” demişti.
Ve bu kül rengi sopsoğuk yüzde inceden bir gülümseme vardı. Göz
kapaklarının kapanmamış aralığından yabansı bir alay çizgisi... İlk kez:
Sen haklısın.
Dedi Kemal Bey. Bilinçsiz.
Ama duygusal. Ve kapattı göz kapaklarını. Çenesini bağladı sonra.
Bir çarşaf çekti üzerine.
Dışarı çıktı. Sigara yaktı. Birçok şey düşünüyordu: bağımsız,
sonuçsuz, yararsız. Çokluk neden arıyordu ölümüne... Geceleyin çocuklarına
kızmıştı. Tartışıyorlardı:
- Yıkayıverin kirli çoraplarınızı! Sokuşturmayın, atmayın oraya
buraya. Bir çorabınızı da yıkayın artık! Eskisi gibi değilim, yorgunum. Biraz
da beni düşünün be, gücüm kalmadı!
Büyük oğlu:
Doğurmasaydın! Annenin görevidir bunlar.
- Ya sizin göreviniz?
Adam gibi okuyoruz işte, Serseriliğimiz yok. Daha ne olsun?
Hep sizin rahatınız, mutlu geleceğiniz için ölesiye çalışmak:
görevim, evet. Ama artık çöktüm, yaşlandım da. Biraz yardımcı olun diyorum.
- Biz erkeğiz. Kızına yaptır.
- Herkes yapabilmeli bir şeyler. Kadınlık-erkeklik sorunu değil
bu. Hastayım diyorum size. Hastayım!
- Hep böyle söylersin... Bıktırdın yani.
- Ölürüm de inşallah kurtulursunuz. Siz de, ben de...
Bıktık bu "ölmek” sözünden de! Biz ölelim de sen kurtul
öyleyse.
- Nee?! Siz nasıl söylersiniz bunu? Nasıl! Bunun sözü bile yıkar
beni, bilmez misiniz? Ama büyük Tanrı'm bu acıyı bana göstermeyecek.
Göstermeyecek!
Öfke, hem yakarışla söylenen son sözcükler Kemal Bey'in
kulaklarında yankılanıyor gibiydi. Şaşma ile:
Göstermedi işte, dedi. İnançları güçlüydü, göstermedi.
Her şey çocuklarından sonra gelirdi zaten... Gece rakı içmemize de
kızmıştı. Oğlanlar içtikçe "Size keyif, bana zehir!” der, kahrolurdu hep.
İlle de beni suçlardı:
"Çocuklarıyla karşı karşıya oturup içen babalarda suç!” diye.
Benim suçum ne? Koskoca çocuklar... Büyük bağırmıştı:
Sen bana karışamazsın artık!
Ondan sonra da yatak odasına kapanıp ağlamıştı. Üzüntü, sinir...
Çocuklardır nedeni...
Bu sonuca varınca çocuklarına öfke duydu, ama üzerinde durmadı,
bıraktı düşünmeyi.
- Hay Allah'ım, dedi... Öldü işte! Nedeni şu, ya da bu...
Yapılacak şeyleri yapmalı şimdi.
Yapılacak şeyler... Bir anda yığılıvermişti karşısına, dağ gibi.
Doktor getirmek, yıkama, gömüt alınması, onun hazırlanması, eşe
dosta bildirme... Miras işleri: Evin tapusu karısının üzerineydi çünkü...
Başsağlığına gelenler ve de şu duası, bu duası... Daha bir sürü işler ki,
sağlık zamanından çok! Karısız kalmıştı üstelik. Çok yabansı: ağlayamıyordu da!
Bu sırada ortanca oğlu kalkmıştı. Ona:
- Ağabeyini kaldır, dedi. Konuşacaklarımız var.
Oğlu şöyle bir baktı babasına: Annesi ile bir tatsızlık mı
çıkmıştı gene aralarında? İkide bir boşanmaktan, defolup gitmekten söz ederdi
babası.
Herkesin yüzüstü bırakıp...
Ben gidiyorum. Ne haliniz varsa görün!
Diyecekti belki de.
Ağabeyi geç yatmıştı. Tersledi:
- Ne oluyor, sabah sabah ne konuşması?
Kalkmıyorum!
- Bir olay var herhalde. Babamın yüzü asık..
- Olay molay bilmem ben. Ne halleri varsa görsünler. Hadi toz ol
burdan!
Kemal Bey öfkeyle girdi içeri. Patladı:
- Anneniz öldü!
Çocuklar aptallaştı, inanmazlıkla. Derin bir korku içinde
annelerinin yatak odasına koştular.
Keşke şaka olsaydı... Boydan boya üste örtülmüş çarşafı çektiler.
Ve soğumuş gövdenin üzerine kapandılar.
- Annem, annem! Anneciğim!
Ağlıyorlardı. Kemal Bey de ağlıyordu galiba.
Büyük oğlan acı ile kasılmış gibiydi. Sordu:
Neden? Neden öldü annem, baba?
- Onu size sormalı!
Geceki tartışmayı amaçlayarak hınç alırca söylemişti bunu baba.
Çocuklar:
- Anneciğim, bağışla bizi...
Diye inlediler.
- Bizi bağışla anneciğim!
Bilge Hanım'ın yüzündeki donmuş gülümseme eridi, eridi yitti.
Üzüntü çöktü yerine. Göz pınarlarında yaş. Kimse göremiyordu bunu ama bir
gerçekti.
Çok yaşanmış ve çok yaşanacak... Diyordu ki:
- Ağlamayın yavrularım. Ağlamayın öyle. Yüreğime kor gibi damlıyor
gözyaşlarınız. Ne yaptınızsa elbette ki bağışlamışımdır. Anne yüreği,
bağışlamaz olur mu hiç? Dökmeyin o güzel gözyaşlarınızı ne olur, çok acı
çekiyorum.
Ama duyan yoktu.
Büyük oğlu babasının kendilerine yönelttiği suçlamayı geri
çevirdi:
- Sen annemi bizden daha fazla üzerdin. Bu bir gerçek!
- Gerçek... Evet. Sizin yaptıklarınıza katlanırdı çünkü. Ama benim
ufak bir sözüm batar kalırdı! Neyse, bu tartışmanın sırası değil şimdi. Ben
gitmeliyim, yapılacak bir sürü işler var. Siz de, hadi, dışarı çıkın.
Bilge Hanım, yüzünde hüzünlü bir gülümseme ile:
- Git, dedi. Git... Hem de çarçabuk. Bu işler geciktirmeye gelmez.
Ne kadar yorulacaksın, değil mi sevgilim? Her işten yorulduğun gibi. Ama
çaresizsin. Benim yardımım dokunamaz artık. İlk kez bir işimi sana yüklemiş
bulunuyorum. Çaresiz katlanacaksın sevgilim. Evet: sevgilim... Bir türlü
anlayamadığın!
Kemal Bey giysilerini toparlayıp dışarı çıktı, giyindi, gitti.
Çocuklar annelerinin yanında kalmışlardı. Bitkin. Suskun. Pişman.
Ölüvermişti işte anneleri.
- Biz de üzüyorduk annemizi, dedi biri. Üzüyorduk!
Ağlaştılar gene. Kötülükleri canlanıyordu, bir bir. Sanki bu ezinç
bana dayanılmaz.
Öbürü:
- Asıl bu kız üzerdi annemizi, dedi. Bu akşam kızmadı mı, sana: ”
Odanı toplu tut. Aldığını aldığın yere koy. Hamarat ol!” diye. "Sana şu
yakışır...” dese, ukalâlık eder dinlemez, üzerdin. Yalan mı?
Kız başını kaldırdı annesinin, göğsünden. Yüzü gözyaşlarıyla
ıpıslak. İçini çeke çeke:
Üzerdim... dedi. Üzerdim ama herhalde sizin kadar değil! Siz içki,
sigara içtikçe erirdi sanki. Gece habersiz gelmeyince uyumaz beklerdi. Bir o
pencereye, bir bu pencereye, dolaşır dururdu. Sonra da ilâç alırdı. Hele sen,
karşılık da veriyordun...
Bacak kadar boyunla sen vermiyordun çünkü!
Bilge Hanım'ın yüreği titredi yeniden. Çocuklarının birbirlerini
suçlamalarını, incitmelerini hiç istemezdi. Başlarına uzattı ellerini,
yavaştan. Okşuyordu: "Karakoç'um” diyerek büyüğünü, "Sarı'm” diye
ortancasını ve "İnce kızım” diye küçüğünü. Üç kardeşin bir arada, başbaşa
oluşları ile mutluydu. Çok. Ama sesini duyuramıyordu onlara. İncelmiş, yok
olmuş ellerinin okşamalarını da sezemiyorlardı.
Güçsüzdü. Ne yabansı: Dünyadakileri duyuyordu, görüyordu, ama hiç
bir, hiç bir karşılık gösteremiyordu onlara! Kendisi onlardan güçlüydü ve de
onlardan güçsüz!
Çırpınıyordu işte, gerçeği anlatabilmek için:
Boşuna birbirinizi suçluyorsunuz, diyordu, boşuna. Hiç birinize
kırgın değilim. Bu gece gördüğüm düşü ve onun verdiği acıyı bilmiyorsunuz ki..
Arkadaşımın hem oğlu hem kızı idama mahkûm edilmişlerdi. Anarşist imişler...
Kendileri bilmiyordu henüz. Yaşam doluydular. Öylesine özgür ve mutlu,
dolaşıyorlardı. Oysa idam hazırlığı yapılıyordu harıl harıl. Kurtarmak
olanaksızdı. Üstelik suçsuzdular gerçekten.
- Acaba, diyordum, iğne filân yapılamaz mı? Bari bunun acısını
duymasalar... Duymadan, hiç bilmeden ölüverse.
Hemen düşünüyordum ki bu olanaksız. O zaman nasıl gidebilirler
idam sehpasına? Hayır, bilecekler öleceklerini, görecekler öldürüldüklerini.
Yasa böyle, Ah! Ne acı.
Ve annelerini düşünüyordum. Nasıl dayanacaktı bu acıya? Olanaksız,
bu acıya dayanılmaz. Göz göre göre hem haksız olarak! Anne yüreği dayanamaz
buna. Dayanamaz! Ya benim çocuklarım olsaydı? Yüreğimin çarpıntıları artıyor,
gittikçe sıklaşıyor soluğum. Salt bu sanı ile.
- Ya benim çocuklarım...
Evet. Dayanamadı işte, duruverdi yüreğim! Başka ne yapabilirdim
ki? Ama siz bunu hiçbir zaman bilmeyeceksiniz. Bilemezsiniz. Ölmemiş olsaydım bile
anlatamazdım bunu size. Anlatamazdım... Birazdan doktor gelecek:
Bir kalp yetersizliği, diyecek. Gömebilirsiniz.
Oysa anne yüreğidir bu. Düşte bile acınıza dayanamayan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder