Kumar, düşüncede ve duyguda yalnız bir tek eylemin dirençle egemen
olduğu bir tutkudur. Kazanmak tutkusu... Başlangıçta bunun bir parçacık tersi
hesap edilse kimse kumar oynamaz.
Kazanma hesapları ise çoğu kez boşuna çıkar, ama gene de bu
tutkuyla gözü dönmüş kişi sürdürür kumarı. O kişinin tüm yaşantısı kumarın
tekelinde, onu robotlaştıran yönetimindedir.
Bakılırsa bizde politika bir kumar durumuna gelmiştir. Başa geçme
koltuk kapma tutkusu ile bir 'kare as' oluşmuştur. Her ne kadar bir Başbakan
ile üç yardımcısını kare asa benzetmek ilkten uygun düşmüyorsa da, bu üç
yardımcısının Başbakan'dan daha az yetki ile davrandıkları kanısında değiliz.
Her grup, kendi varlığını her fırsatta biraz daha genişleterek meydanı boş
bulmuşça oynamaktadır ve giderek daha çoğunu kazanma uğruna ne güçleri varsa
ortaya koyma çabasındadırlar.
Bütün kumarlar birbirinin aynıdır. Gerçekte, maddesel olanakların
yitirilmesinden başka, zamanın boşuna ve sinirleri yıpratıcı biçimde
harcanmasından ötürü de hep kaybetmektir. Bir atasözüyle: "Dimyat'a
pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" tır.
Ailede kumar o ailenin geçimini ve mutluluğunu tükettiği gibi,
politikada da bazılarının oynadığı kumar halkın sömürülmesi demek oluyor. Öyle
ya ortada harcanan hesapsız paralar, oynayanın şahsına mı aittir?
İşte bizim iç politikamızda sen kazanacaksın ben kazanacağım diye
yarış ederken, halkın ne denli sömürüldüğü sezilememektedir. 'Fakir katığı'
denilen zeytinin kilosunun 3-4 milyona, bir yumurtanın 60-80 bine çıktığı
günümüzde, bazı öğünleri kahvaltı biçiminde geçiştirmek bile
olanaksızlaşmıştır. Halk, bir ağız tadı ile karın doyurmaktan yoksun iken,
gereğinin fazlası Milletvekillerini, Bakanlarını, Başbakan yardımcılarını ve
bunların tümünün korumaları ve kimselerini beslemektedir. Onlar ise
"dokunulmazlık” zırhı içinde halktan kopmuşluğun-sorumsuzluğun kazanımları
ile gün geçirebilmektedirler. Acaba, Başbakan yardımcısı bolluğu, Başbakan'ın
işlerini mi kolaylaştırıyor? Hangi işleri? Yoksa zorlaştırıyor mu?
Cumhurbaşkanı'nın neden bu kadar yardımcıları yok? Güçlülük güçsüzlük söz
konusu olabilir mi? Düşünmeye değer.
'Çok konuşan çok yanılır" diye bir atasözümüz vardır. Bunun
sayısız örneğini üst konumdaki politikacılarımız veriyor. Örneğin, Başbakan Ecevit'in
düşmanlarını (gericileri) yüreklendirdiniz!" diye sarf ettiği sözler.
Gerçek değil bir kez hem de incelik dışı! Acaba bu “Yüreklendirme" nin tohumlarını
besleyen, üreten kim?
Hasan PULUR, bir yazısında (Milliyet, 25 Ağ.2000) "Ecevit 4
aydır değişti" diyor. Ve 1970'Ierin 'Karaoğlan'ını anımsatıyor, gerçekten
nasıl da umudumuzdu! Ama o Ecevit bizi yanılttı: MHP’ne kucak açıp ortak alarak
iktidara geldi. Bu iktidar hevesi acelesi bir kumardı, kaybettiren. Kaybeden
Ecevit, kazanan ise Erbakan. Çünkü böylece, şimdi "rejim düşmanı"
saydıkları aldı yürüdü. İşte o zaman tüm önemli yerlere geldiler yayılma ve
ilerleme fırsatlarını kullandılar. Onlara bu fırsatı, ayaklarına halı
döşercesine Ecevit sağlamış oldu(1974) Nedense bu tarihsel yanılgının sözü
edilmiyor. Unutuldu mu? Sorsak: "İmam Hatip Okulun en çok ne zaman açıldı
ve bugün 'Kur'an kurslarının sayısı neden artırılıyor? Evet. Ecevit değişmedi,
Fethullah Gülen'in tutuklanma kararına, Erbakan'ın hapis cezasına üzüldüğünü
açıkça söylüyorsa (üstelik Yargıtay'a karşı...) kuşkusuz içtendir. Ecevit
konusu sır olaydır. Hıncal ULUÇ bir yazısında (Sabah, 23 Ağ.2000) bilmeyene
öğretin yalın üslubu ile buna değinmişti. Bu okunsun yeter.
Zeytin, yumurta kadar önemli bir de “eğitim-öğretim” sorunları var
ki çoğu aileler açlığı kabullenseler de çocuklarını (yarınları aydınlatacak
olan çocuklarımız...) sıradan okullarda bile okutamama güçlükleri içindedirler,
'kese'ler o kerte delinmiştir. Ey ATATÜRK, sen bir de 23 Nisan Ulusal Bayramını
çocuklara armağan ederek şereflendiriyorsun onları. Bak, birçokları dilenci,
hırsız, tinerci, sokak çocukları. Hükümet onları doğru ve yararlı olana
yönlendirecek yerde yasak ile cezalandırıyor ve de o mendil vb. satan,
boyacılık yapan çaresizlere acıyıp alış veriş yapanları ki o çocukların
bazıları okul masrafını olsun çıkarabilmek için o gibi işleri yapıyorlar. Çare
ne, amaç ne, suç kimde, nerde? İşte birçok durumlarda böyle rastgele kararlar
atılıyor ortaya başı sonu düşünülüp tartışılmadan! İktidarlar az konuşup çok iş
yapabilmelidirler. Düşünerek ve hesap vererek. O zaman kumardan medet ummak
yerine, olumlu hizmetlerinin karşılığı olarak asıl, 'koltuk'larını garanti
etmiş bulunacaklardır. Örneğin, bu garantinin somut bir belgesi: yıllardır
özlemi dile getirilen bir 'eğitim öğretim' anıtı olan KÖY ENSTİTÜLERİ.
Kapatılması ihanetti. Ama onları kültürel kalkınmaya kapatanlar değil, asıl
açmayanlar açamayanlar, o ihaneti hala sürdürenler suçlu.
Kare as, pokerde büyük bir ele (dört kız) sahip olmaktır, ama
bundan güçlü eller de vardır. Bekleyelim, seçim zamanı göreceğiz. Çünkü en güçlü
koz halkın elinde durmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder